31 Aralık 2012 Pazartesi

Basketbol Günlükleri 9 - Arroyo vs Kunter

Sezon başı Hawkins ve Ersin’den sonra -dünyanın en garantici koç’u- Ataman bir de Arroyo’yu istedi. Bu işin Galatasaray cephesi de konuşulmaya değer ancak GS’de işler bizdeki kadar olay olmuyor. Örneğin sezon ortasında yönetime “transfere göre hedef belirleyeceğim” diyerek ayarı gönderen bir koçu tartışmıyor kimse. Ataman, ülkedeki en kısa yoldan başarı anahtarı görüldüğünden ve “rekabet her şeyden üstündür” anlayışından, bugün Ergin çıkıp sövse ses çıkartılmaz. (Sövmez deme, söver) Ataman geçen sene Beşiktaş taraftarına gider yapmaya kadar ilerlemesine rağmen sezon sonunda “Beşiktaş’ın çocuğu” ilan edilmesi de o kafada. Ülke taraftarının en tiksinç durumu. Rengi yok bunun. Bazısında 10 kişi ses çıkartır, bazısında 1 kişi. Tek fark o. Gelelim bize. Kadronun son halini nasıl aldığına bakmak gerek. Sezon başından bu yana yaşananlar.

İlk Taş: Sponsor 

Milangaz sponsorluğunun devam etmemesi, şube üstü bir durum. Taraftarın, kulübün ilerlemesi gerektiğini düşündüğü yolda mümkün olmayan bir anlaşma olurdu. Başkan’a “Hesap sorsana” diyen bir kitle, “Beşiktaş Milangaz”ı bir sezon daha kabul etmemeliydi zaten. Bu süreç, Ataman’a da bahane oldu. Çok sevdiği Galatasarayına gidebilmekte özgürdü artık. Suçlu olarak da “belirsizlik ortamı yaratan yöneticileri” ortaya koyabilirdi. Ancak sponsor konusu “Oldu, olacak, olamadı, başkası oluyor” derken çözülemedi. Bu ortamda takıma gelen her oyuncu, koç, antrenör: Euroleague handikapından imza atabilirdi. Yoksa şubenin geçmişi ve sponsor mevzusunun uzaması büyük risk. Yani o ilk domino taşı, üzerinde sponsorun ismi yazan taş, devrilince; arkasından gelen karmaşa da bir plan yaratma çabası. Kolay değil.

''Ocak ayında uzun vadeli bir sponsor bekliyoruz. İlerisi için, THY Avrupa Ligi'nde forma reklamı konusunda çok büyük bir firma ile görüşüyoruz'' Erman Kunter hala sponsor konusunda çalışmak ve sıkıntılarla uğraşmak zorunda. 30.12.2012, Ligde 12. hafta bittikten, Euroleague’de Top 16 aşamasına geçildikten sonra.


Kunter ve Hedefleri? 

Maddi belirsizlikler, şubenin geçmiş davaları, yeni yönetimin amatörlüğü… Bunların hepsiyle ilgilenmesi gereken, ama hiçbiri yokmuş gibi de bir Euroleague takımı oluşturması gereken Erman Kunter var. O, bunu göze alarak geldi zaten. Ve şahsi kanaatim; Kunter hedefleri ve gerçekleştirdikleri konusunda etkili bir performans ortaya koymuştur. Euroleague’de “sürpriz” bir galibiyet gelmedi ama kazanılması gerekilen tüm maçların yanında “Galibiyet” yazıyordu ilk grup aşaması sonunda. Ligde FB ve GS deplasmanlarına giderken taraftarın ağzında “fark yemesek bari” varken, iki maçı da basit birkaç top kaybı ile verdiğimizi unutmayın. Anadolu Efes maçından Dusko Savanovic çıldırmasına engel olamamak sıkıntı oldu. Markota’nın formunun düştüğü döneme denk gelmeseydi belki o maç da daha etkili olabilirdi takım. Transfer konusunda Falker ve Dasic konularında tutturamadı koç. Bir de bana göre sezon başında Barış Hersek’i daha çok kullanıyordu, bugün sadece koltuk ısıtmada kullanıyor. Verdikleri ve uğraştığı şeyler yanında bunlar gayet kabul edilebilir sportif konular.

“Arroyo’ya ihtiyacımız yok” mu?

Arroyo konusundaki pazarlık aşaması yönetimin işi. (Ki Kunter de mecburen bu sürece dahil olmuştur) Olay, GS’ye indirim yapma ve Arroyo’ya transfer yolu açmak olunca yönetimsel eleştiriler doğal. Sözer’in basketbol piyasasına ne kadar hakim olduğu tartışılır. Orada da ilk sıkıntı bu işi bilen bir şube yöneticisi olmaması ki bunu da Fikret Orman’ın eksi hanesine yazmak gerek en başta. Buyout indirimi, indirim miktarı, hiç indirim yapılmaması bir yana kalsın. Kunter, olay hakkında “Arroyo’ya ihtiyacımız yok” dedi. Bunun sportif ve sportif olmayan iki yönü var. Arroyo bu ortamda Beşiktaş’a mali açıdan gelemez. Bu zaten mümkün değil. Sezon başındaki bütçe doğrultusunda da gelemezdi zaten. “Arroyo feda desin” de ütopik bir önerme zaten. Bir de Arroyo oyun anlayışı bakımından Erman Kunter’in uzun vadede hedeflediği Avrupa basketbolu anlayışına en uzak isim. Kunter’in 3 senelik hedeflerini ve Arroyo’nun 34 yaşında olduğunu da yazalım bir kenara.



Jerrells’a ihtiyacımız var mıydı? 

Arroyo’nun geçen seneki “normal sezon” istatistikleri: 14 sayı, 2.4 ribaund, 4.4 asist, 1.8 Top Kaybı, 0.6 Top Çalma. İsabet oranları: % 89 Serbest atış, %33 İki sayı, %47.3 Üçlük.

Jerrells’ın bu seneki lig istatistikleri: 12.6 sayı, 2.4 ribaund, 2.8 asist, 2.4 Top Kaybı, 1.1 Top Çalma. İsabet oranları: %85 Serbest Atış, %37 İki sayı, %47.3 Üçlük.

İstatistiklere bakınca ben iki katı maaş, 8 sene yaş farkı ve bir parça da olsa hedeflenen oyundan uzaklaşmaya değecek bir fark göremiyorum. Tabii ki “Jerrells, Arroyo’dan iyi” veya “Jerrells, en az Arroyo kadar değerli” bir oyuncu diyemeyiz. Ancak Koç’un Jerrells’ı Arroyo’ya tercih etmesini kabul edilebilir kılıyor bunlar. Yaş ve maaş da olanaklar dahilinde kimsenin ses çıkartmaması gereken bir mevzu. (Ki bence Jerrells yine de koç'un birinci tercihi olmayabilirdi; şartlar...)

Tartıyı kendi kişisel sevginize göre değil, Koç’un hedefleri ve olanakları doğrultusunda ayarlayın. Gerçek ölçü öyle ortaya çıkacak. Yoksa kişisel olarak geçen seneki takımın üzerine bu takıma trip atmak, “O heyecan yok ya” diyip sırtını dönmek en kolayı. Taraftarlık hakkında kimseye ders vermek veya şart koymak haddim değil ama olay ciddi kabak tadı vermeye başladı. Hala Hawkins-Arroyo diyen varsa gitsin Galatasaray’ı tutsun. Şeref Yalçın ve oğul Keçeli de GS maçlarındaymış hep.Gidin izleyin. Keyfini çıkarın.

Hala tatmin olmayan varsa Koç'un son maç sonu röportajından bir iki kısım.

'Biz hala basketbol şubesinin 2-3 sene önceki borçlarını ödüyoruz. Biz Arroyo'yu aldık ve bunun sonucunda oyuncumuza para ödüyorduk. Arroyo'nun bize maliyeti 1 milyon dolar olurdu. Açık söylüyorum bizde bu para yok. Hem de takımın kimyasına durumuna baktığımızda da böyle bir oyuncuya ihtiyacımız da yok. Bence Beşiktaş Kulübü uzun bir aradan sonra ilk defa ayağını yorganına göre uzatıyor... Beşiktaş Futbol Takımı'nın mali sorunları yüzünden Avrupa kupalarına katılamadığını hatırlatan Kunter, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Ben böyle bir şey olmasını istemiyorum. Şimdi yapılacak şeyler 3-5 sene sonra tekrar dönüyor. Önümüzde Quaresma, Ferrari ve Del Bosque örnekleri var. Ben bu konuda Beşiktaş Kulübü yöneticilerinin davranışlarını çok doğru buluyorum. Benim basketbol anlayışıma göre, Arroyo gibi bir oyuncuya bizim ihtiyacımız yok. Kadromun bu yapısına güveniyorum. Uzun bir sezon var. En sonunda neler olacağını, kimin play-off'lara doğru ne yapacağını göreceğiz. Galatasaray'ın ihtiyacı vardır ve alır. Ben konuyu da bilmiyorum. Aldı mı, alacak mı- Yöneticilerimiz bir karar almışlar. Bunu kınamamak gerek. Bu işten Beşiktaş Kulübü'nün büyük bir kazancı var.'' 

ps: isteyen araştırsın fiba'da kaç tane Beşiktaş dava dosyası var.

29 Aralık 2012 Cumartesi

Profesyonel Taraftarlık.




Karanlık bir stüdyoydu; Serhat Ulueren'in sorularını yanıtlıyordu Tümer. Daha dün gibi aklımda söylediği cümleler "Türkiye'de Beşiktaş'tan başka takımda oynamam. Para benim için önemli değil. Askerlik sorunum hallolsun boş mukaveleyi de imzalarım sorun değil". 5 sene takım kaptanlığı yapmış bir adam bunu söyleyince insan ister istemez inanıyordu. Sonra bir kaç hafta geçti yanılmıyorsam, Fb Tv'de bir alt yazı "Tümer Metin, Fenerbahçe'de! Birazdan canlı yayında görüşlerini açıklayacak". Tümer çıktı ekrana yıllarını verdiği Beşiktaş'tan "o takım" diye bahsetti. İnsan çok sevdiği, çok değer verdiği insanın kendisine kazık attığını öğrendiği an yüzünde değişik bir ifade olur ya hani hah işte o ifadeyi takındım, ekrana boş boş baktım bir kaç dakika.

Kapalı ile karşılıklı olarak "Burası Beşiktaş Alayına Gider" söylediği günler geldi aklıma, her golünden sonra elini yumruk yapıp armaya vuruşu, "seviyoruz seni Tümer" diye bağırılan tezahüratlar, tek başına aldığı maçlar, Sergen'in gölgesinde kalıp ondan daha fazla iş yapışı falan. Ben çok severdim Tümer'i, takımda en çok sevdiğim oyuncu oydu. Sonra bir gün kalktı ezeli rakibe gitti. O gün anladım ki sporcuları da profesyonelce sevmeli. Çünkü birini çok sevmezsen, bağlanmazsan gidişine de çok üzülmezsin. Tümer'e üzüldüğümden beri hiçbir sporcuya kalpten bağlanmaya çalışmıyorum. Çünkü biliyorum ki onlar bir profesyonel. Türkiye'de her zaman duygusallık ön plandadır ama taraftarlar da artık profesyonel taraftarlığa geçişin adımını atmalılar.





Geçen seneye bakıyorum basketbol takımı tarihin en büyük başarılarını elde ederken en önemli 4 oyuncusundan fotoğraftaki 3'ü Hawkins(takım kaptanı), Ersin Dağlı, ve son olarak Arroyo Galatasaray'da. En son Arroyo gitti Galatasaray'a haberini burkuldum tabii ama üzülmedim. İnsanın kalbi aynı yarayı bir kez tadınca yenisine çok tepki vermiyor. Aşı gibi bu profesyonel taraftarlık. Zaten burada amacım yönetimsel zaaflardan bahsetmek değil çünkü onları anlatacak kelime yok. Her taraftar bir gün, -çok sevdiği bir oyuncu ezeli rakibine gidince- profesyonel taraftar olacaktır. Sözün özü; formanın önündeki isim, arkasından daha önemlidir. O yüzden kişileri değil takımınızı sevin ve siz de profesyonel bir taraftar olun.

İlk yarının fotoromanı.

19 Ağustos 2012 İBB - Beşiktaş

Olimpiyat kabusundan Sivok'la uyanacakken kalkan ofsayt bayrağı...

 26 Ağustos 2012 Beşiktaş - Galatasaray

 "Uzay takımı"nı 3 golle uğurlayacakken çıkıp gelen "emek hırsızı".

1 Eylül 2012 KDÇ Karabükspor - Beşiktaş

Sezonun ilk galibiyeti ve Fernandes'in 2 golü.

17 Eylül 2012 Beşiktaş - SB Elazığspor

Galatasaray maçından sonra karşılaşılan ve alışılamayan tablo Kapalı'nın boş olması. 3-0'lık 2. galibiyet.

22 Eylül 2012 Gaziantepspor - Beşiktaş

Olcay'ın nefis golü, Fernandes'in asisti derken son saniyede Orhan'dan gelen "evlat kurşunu" ve ilk yenilgi.


1 Ekim 2012 Beşiktaş - Sivasspor

Mücadele edilmeyen tek maç, pozisyon vermeden üst üste 2. yenilgi ve hakem değişikliği.


7 Ekim 2012 Fenerbahçe - Beşiktaş

2 haftalık mağlubiyet serisi, Alex yok, kafalarda acabalar var ama Sow'un imza golü ve devamı...


21 Ekim 2012 Beşiktaş - Trabzonspor

Müthiş mücadele, kaçan sayısız gol. Takımca yığılıp kalmak, tribündeki şok geçince takımı alkışlamak...


26 Ekim 2012 Kasımpaşaspor - Beşiktaş

Yönetimden kaçan para babalarına güzel bir ders. Oynanan güzel futbol ve Tomas'ın gol sevinci.


4 Kasım 2012 Beşiktaş - Mersin İdman Yurdu

Oğuzhan'ın 2. sarıdan atılarak tadı damağımızda kalan performansı ve "oppa Beşiktaş style".


9 Kasım 2012 Beşiktaş - Bursaspor

Kötü hakem yönetimi, atılan 3 gol alınamayan 3 puan, aslında tartışılmaması gereken penaltı.


18 Kasım 2012 MP Antalyaspor - Beşiktaş

Geçmeyen son 10 dakika, Uğur Boral, hat-trick yapan HuGOALmeida, perdeyi kapatan Fernandes.


23 Kasım Beşiktaş - Akhisar Belediyespor

İsmail'in sakatlığı nüksedince onu anan takım, Euroleague maçıyla aynı saate maç koyan TFF.


1 Aralık 2012 Orduspor - Beşiktaş

Maç alacak kapasitede 20'lik Oğuzhan, kompakt savunma sistemi, üst üste 3. galibiyet.


7 Aralık 2012 Beşiktaş - Eskişehirspor

Sezonun en can yakan maçı, pozisyon verilmeden yenen 2 gol, 2-3 gün geçmeyen üzüntü


15 Aralık 2012 Gençlerbirliği - Beşiktaş

İkinci yarıdaki 20 dakikalık baskıyla kaçan goller, Hurşut, 1 puanı "Allan" kaleci, otobüsümüzün taşlanması.


21 Aralık 2012 Beşiktaş - Kayserispor

"Xeli"nin verdiği inanılmaz pas sonrası bütün takımın ilk onu kutlaması, Filip'in mutluluğu.

                 

Takımımız hepimize umarım mutlu bir yıl yaşatır. Son fotoğrafa kartpostalı koyardım ama ondan güzeli var.




27 Aralık 2012 Perşembe

Senden Önce Senden Sonra


                                                                                                                                 

  Oğuzhan Özyakup ! Ama hayır ben öncelikle SametAybaba’dan bahsetmek istiyorum.Öncelikle şunu belirtmek isterim ki kendisine önyargısı olanlardan,gelmesine karşı duranlardandım fakat kendisi bu önyargıyı,karşıtlığı o kadar güzel kırdı ki bir anda kendimi destekçilerinden biri olarak buldum.

 İsmail Köybaşı ikinci kez sakatlandığında Ersan Gülüm’ün ettiği laf Samet Aybaba ve ekibinin yarattığı atmosferi özetler nitelikteydi “İsmail çok şanslı herkes yanında,geçen sene benim yanımda bir kişi bile yoktu”.Tabi İsmail Köybaşı’na Akhisar Belediye maçında ve saha dışında takımca verilen destek inanılmaz duygu doluydu,tek kelime ile muhteşemdi.Saha içine gelirsek takım olmanın yolu öyle başı boş koşmaktan ya da sadece kendi pozisyonunu koruyacak kadar koşmaktan değil takım arkadaşın için koşmaktan belki O’nun bıraktığı boşluğu kapatırken kart görüp kendin bir maç sonra oynamamaktan geçiyor.Bunları yaparken ne kendin ne de maç başı primin olmamalı aklında,sadece Beşiktaş ve Beşiktaş’ın yararı olmalıydı.Ben sahada böyle oyuncu topluluğu gördüm 17 maçlık dilimde.Takımda ne küskün oyuncu kaldı ne de kompleksli herkes bir bütün oldu.İşte böyle bir takım yarattı Samet Aybaba.Geçen seneki dağınıklıktan bu seneki birlikteliği yaratmak kolay değil sırf bunun için bile teşekkürler Samet Aybaba.

 Yazının ana kahramanına geçersek,biraz daha saha içine dalacağız.Beşiktaş,Oğuzhan’sız çıktığı 7 maçta 2 galibiyet 2 beraberlik ve 3 mağlubiyet almıştı ve açıkça söylemek gerekirse Samet hocanın işi baya zor gibi duruyordu ama Samet Aybaba’nın Oğuzhan’ı oynatmama inadından vazgeçmesi –bunda Veli’nin kırmızı kart görmesinin de katkısı vardır- hem Beşiktaş’a hem de kendisine yeni bir sayfa açtırdı.Oğuzhan Özyakup,Trabzonspor maçıyla birlikte aldığı formayı kart cezalısı olduğu maçlar dışında hiç çıkarmadı.Sezonun ilk yarısında düzenli olarak 8 maçta forma giyen Oğuzhan Özyakup,Beşiktaş’ın bu maçlarda mağlup olmasını engelledi adeta.

 Beşiktaş ilk 7 maçlık periyodun ardından Oğuzhan’ın ilk 11 çıktığı 8 maçta 6 galibiyet 2 beraberlik gibi inanılmaz bir istatistik yakaladı.Bu 8 maçta kişisel olarak hanesine de 2 gol 3 asist ekledi.Beşiktaş ilk 7 maçta 1.71  gol ortalamasını tuttururken bu ortalama Oğuzhan ile 2.75’lere kadar çıktı.Puan ortalaması da doğru orantılı olarak Oğuzhan’lı ve Oğuzhan’sız olarak ikiye ayrıldı ilk 7 maç 8 puan,sonraki 8 maçta 20 puan.

 1992 doğumlu ve Türkiye’ye yeni gelmiş bir gencin bu kadar etki yapabilmesinin tek sırrı var,eskilerin deyimiyle “topu bilmek”.İkinci yarı için heyecanım doruk noktası da Fernandes ile doya doya beraber izleme fırsatımız olmayan Ozzy’nin yeteri kadar süre alıp bize futbol resitali yaşatacak olmasıdır.Samet Aybaba çok büyütmeyelim,pohpohlamayalım diyor ama Beşiktaş dominant bir orta saha oyuncusu kazandı.

23 Aralık 2012 Pazar

Basketbol Günlükleri 8 - Top 16 Yolu

20 gün geçti serinin son yazısından. O da yazıdan çok görsel bir kayıt. Bazı şeyleri top 16 öncesi konuşmak gerek.

- Yeni transfer Ewing'den önce, dışarıda kalışı kesin olan Dasic'le bir başlayayım. Cumartesi günü kadın basketbol maçında akatlarda karşılaştık. Adamla konuşalım biraz falan diye yanaştık. Sonraki durağını kendi de bilmiyor ama "ex-yugoslavya" olur herhalde diyor. Henüz burası resmen bitmiş değil. "Belki Galata'ya giderim ahahah" diye şaka falan yaptı. Biz de yüz bulduk, adamın üstüne gittik biraz. Kendisi "4 Numarada benden öncelikli tercihleri oldu hocanın. Saygı duyarım" dedi. "3 oynamak için yeterince çalıştın mı sence?" diye sordum, gayet rahat "Yok. Olmuyordu zaten. Benchte oturmak da bana göre değil" dedi. Olayı profesyonel sporculuğuna falan getirdik. "Yakıştı mı :(" falan derken goygoya getirdi kapattı konuyu. 15 dakika kadar muhabbetten sonra vedalaştık adamla. Gevşek midir nedir.

- Guard rotasyonunda Kunter'e kolay gelsin. Çok büyük denge kurması gerek. Tutku da dönüyor. Geçen ay, Patrick kaybolduğunda takımın skor yükünü çekecek adam sıkıntımız olduğunu söylüyorduk. Öyleki koç da hücum etkinliği yüksek bir 3 arayışına girdi. Hedeflenen transferler bazen maddi bazen de başka sebeplerle çıkmaza girdi. Örneğin Gelabale transferinin sebebi bir yerde de sözleşmede tıkanmış. Kendisi Ocak ayına kadar NBA'e çıkış hakkı istemiş vs. Ewing'in gelişiyle zaman zaman Patrick'i 3'e çekmek, zaman zaman da direkt üç guarda dönmek mümkün.

- Ewing yokken, Jerrells kenara geçtiğinde Tutku sahaya geliyordu. Patrick kaybolunca ve Vidmar ile istediği oyunları oynayamayınca herkesin temposu kayboluyordu bir anda. Şimdi Tutku sezon başına göre daha güçlü bir Vidmar ile oynayacak. Her maç 3-4 smaç ile bitirişi var ve Cemal de takıma ısınacaktır. Ayrıca Ewing / Jerrells rotasyonuna gidilince Tutku ve Jerrells'ın aynı anda sahada olması mümkün olacak. Üstüne dış atış tehditi ile 2'de oynayabilecek bir Can Akın da sağlam dönüyor. Rakip'in oyuncusuna göre Kaptan Muratcan'ın süresi ayarlanacak. (bkz Rytas deplasmanında Muratcan'ın Seibutis'i bitirişi)

- Euroleague'in top 16'da geçen seneki sistemden bu seneki sisteme geçişi hem avantaj hem de dezavantaj yaratabilir. Daha fazla yüksek profil takım ile aynı grupta olmak psikolojik baskı ve olası bir üst üste mağlubiyet serisi getirebilir. Oradan iyi sıyrılmak gerekecek. En azından üst üste 3 mağlubiyet olmamalı asla. Ancak uzun vadede daha fazla euruleague maçı, daha fazla tecrübe demek olacak. Sezon başında Top 16 hedefi olan bir takım için her maç tecrübe toplama maçı sayılır. Hem takım, hem taraftar için. 14 adet maç var. Neredeyse bir devre ulusal lig maçı.

- Buradan sonrası saha içinden çok saha dışı olsun. Sene başından beri yırtınıyoruz. Takımı, olması gereken durumla değil olduğu durum ile yargılayın. Sponsor mevzsunun, maddi durumun faturasını oyunculara kesmeyin. Beyin sahibi herkes; Euroleague oynacak, geçen sezon 4 kupa almış bir takımın ilk guard tercihinin Jerrells olmaması gerektiğini söyleyebilir. Bu büyük bir tespit değil. Ancak olduktan sonra da ağlanacak bir tercih değil. En azından şimdilik. Adam 5 maç kazandırıyor, ilk yanlış tercihinde "e jerrells işte ne beklersin" oluyor. Şu Arroyo kıyaslamasından da çıkalım artık. Geçen sene Arroyo, play off oynamadan gitseydi buradan, "Ne balonmuş be" derdik. Normal sezon performansı Jerrells'dan kötüydü. Ve daha da önemli bir haber vereyim: şu an takımda Arroyo yok. Gelmeyecek. Olmayacak. Büyük ihtimal de GS'ye gidecek. Mutlu var bizim. Geçen güzel dedi, "her mağlubiyetten sonra Arroyo-Hawkins diyecek olan izlemesin daha iyi." Cidden öyle. İzlemeyin. Umutsuzluğunuzu ve memnuniyetsizliğinizi alıp kendinize saklayın. Şubede emek gösterenlere ayıp oluyor. Yarın elden Euroleague de elden gidince bir şeyler ortaya çıkmaya başlar. O zaman Jerrells değil, Mehmet Yağmur için dua edersiniz. (mehmet de iyi gidiyor bu sene edirne'de he eheh)