31 Aralık 2012 Pazartesi

Basketbol Günlükleri 9 - Arroyo vs Kunter

Sezon başı Hawkins ve Ersin’den sonra -dünyanın en garantici koç’u- Ataman bir de Arroyo’yu istedi. Bu işin Galatasaray cephesi de konuşulmaya değer ancak GS’de işler bizdeki kadar olay olmuyor. Örneğin sezon ortasında yönetime “transfere göre hedef belirleyeceğim” diyerek ayarı gönderen bir koçu tartışmıyor kimse. Ataman, ülkedeki en kısa yoldan başarı anahtarı görüldüğünden ve “rekabet her şeyden üstündür” anlayışından, bugün Ergin çıkıp sövse ses çıkartılmaz. (Sövmez deme, söver) Ataman geçen sene Beşiktaş taraftarına gider yapmaya kadar ilerlemesine rağmen sezon sonunda “Beşiktaş’ın çocuğu” ilan edilmesi de o kafada. Ülke taraftarının en tiksinç durumu. Rengi yok bunun. Bazısında 10 kişi ses çıkartır, bazısında 1 kişi. Tek fark o. Gelelim bize. Kadronun son halini nasıl aldığına bakmak gerek. Sezon başından bu yana yaşananlar.

İlk Taş: Sponsor 

Milangaz sponsorluğunun devam etmemesi, şube üstü bir durum. Taraftarın, kulübün ilerlemesi gerektiğini düşündüğü yolda mümkün olmayan bir anlaşma olurdu. Başkan’a “Hesap sorsana” diyen bir kitle, “Beşiktaş Milangaz”ı bir sezon daha kabul etmemeliydi zaten. Bu süreç, Ataman’a da bahane oldu. Çok sevdiği Galatasarayına gidebilmekte özgürdü artık. Suçlu olarak da “belirsizlik ortamı yaratan yöneticileri” ortaya koyabilirdi. Ancak sponsor konusu “Oldu, olacak, olamadı, başkası oluyor” derken çözülemedi. Bu ortamda takıma gelen her oyuncu, koç, antrenör: Euroleague handikapından imza atabilirdi. Yoksa şubenin geçmişi ve sponsor mevzusunun uzaması büyük risk. Yani o ilk domino taşı, üzerinde sponsorun ismi yazan taş, devrilince; arkasından gelen karmaşa da bir plan yaratma çabası. Kolay değil.

''Ocak ayında uzun vadeli bir sponsor bekliyoruz. İlerisi için, THY Avrupa Ligi'nde forma reklamı konusunda çok büyük bir firma ile görüşüyoruz'' Erman Kunter hala sponsor konusunda çalışmak ve sıkıntılarla uğraşmak zorunda. 30.12.2012, Ligde 12. hafta bittikten, Euroleague’de Top 16 aşamasına geçildikten sonra.


Kunter ve Hedefleri? 

Maddi belirsizlikler, şubenin geçmiş davaları, yeni yönetimin amatörlüğü… Bunların hepsiyle ilgilenmesi gereken, ama hiçbiri yokmuş gibi de bir Euroleague takımı oluşturması gereken Erman Kunter var. O, bunu göze alarak geldi zaten. Ve şahsi kanaatim; Kunter hedefleri ve gerçekleştirdikleri konusunda etkili bir performans ortaya koymuştur. Euroleague’de “sürpriz” bir galibiyet gelmedi ama kazanılması gerekilen tüm maçların yanında “Galibiyet” yazıyordu ilk grup aşaması sonunda. Ligde FB ve GS deplasmanlarına giderken taraftarın ağzında “fark yemesek bari” varken, iki maçı da basit birkaç top kaybı ile verdiğimizi unutmayın. Anadolu Efes maçından Dusko Savanovic çıldırmasına engel olamamak sıkıntı oldu. Markota’nın formunun düştüğü döneme denk gelmeseydi belki o maç da daha etkili olabilirdi takım. Transfer konusunda Falker ve Dasic konularında tutturamadı koç. Bir de bana göre sezon başında Barış Hersek’i daha çok kullanıyordu, bugün sadece koltuk ısıtmada kullanıyor. Verdikleri ve uğraştığı şeyler yanında bunlar gayet kabul edilebilir sportif konular.

“Arroyo’ya ihtiyacımız yok” mu?

Arroyo konusundaki pazarlık aşaması yönetimin işi. (Ki Kunter de mecburen bu sürece dahil olmuştur) Olay, GS’ye indirim yapma ve Arroyo’ya transfer yolu açmak olunca yönetimsel eleştiriler doğal. Sözer’in basketbol piyasasına ne kadar hakim olduğu tartışılır. Orada da ilk sıkıntı bu işi bilen bir şube yöneticisi olmaması ki bunu da Fikret Orman’ın eksi hanesine yazmak gerek en başta. Buyout indirimi, indirim miktarı, hiç indirim yapılmaması bir yana kalsın. Kunter, olay hakkında “Arroyo’ya ihtiyacımız yok” dedi. Bunun sportif ve sportif olmayan iki yönü var. Arroyo bu ortamda Beşiktaş’a mali açıdan gelemez. Bu zaten mümkün değil. Sezon başındaki bütçe doğrultusunda da gelemezdi zaten. “Arroyo feda desin” de ütopik bir önerme zaten. Bir de Arroyo oyun anlayışı bakımından Erman Kunter’in uzun vadede hedeflediği Avrupa basketbolu anlayışına en uzak isim. Kunter’in 3 senelik hedeflerini ve Arroyo’nun 34 yaşında olduğunu da yazalım bir kenara.



Jerrells’a ihtiyacımız var mıydı? 

Arroyo’nun geçen seneki “normal sezon” istatistikleri: 14 sayı, 2.4 ribaund, 4.4 asist, 1.8 Top Kaybı, 0.6 Top Çalma. İsabet oranları: % 89 Serbest atış, %33 İki sayı, %47.3 Üçlük.

Jerrells’ın bu seneki lig istatistikleri: 12.6 sayı, 2.4 ribaund, 2.8 asist, 2.4 Top Kaybı, 1.1 Top Çalma. İsabet oranları: %85 Serbest Atış, %37 İki sayı, %47.3 Üçlük.

İstatistiklere bakınca ben iki katı maaş, 8 sene yaş farkı ve bir parça da olsa hedeflenen oyundan uzaklaşmaya değecek bir fark göremiyorum. Tabii ki “Jerrells, Arroyo’dan iyi” veya “Jerrells, en az Arroyo kadar değerli” bir oyuncu diyemeyiz. Ancak Koç’un Jerrells’ı Arroyo’ya tercih etmesini kabul edilebilir kılıyor bunlar. Yaş ve maaş da olanaklar dahilinde kimsenin ses çıkartmaması gereken bir mevzu. (Ki bence Jerrells yine de koç'un birinci tercihi olmayabilirdi; şartlar...)

Tartıyı kendi kişisel sevginize göre değil, Koç’un hedefleri ve olanakları doğrultusunda ayarlayın. Gerçek ölçü öyle ortaya çıkacak. Yoksa kişisel olarak geçen seneki takımın üzerine bu takıma trip atmak, “O heyecan yok ya” diyip sırtını dönmek en kolayı. Taraftarlık hakkında kimseye ders vermek veya şart koymak haddim değil ama olay ciddi kabak tadı vermeye başladı. Hala Hawkins-Arroyo diyen varsa gitsin Galatasaray’ı tutsun. Şeref Yalçın ve oğul Keçeli de GS maçlarındaymış hep.Gidin izleyin. Keyfini çıkarın.

Hala tatmin olmayan varsa Koç'un son maç sonu röportajından bir iki kısım.

'Biz hala basketbol şubesinin 2-3 sene önceki borçlarını ödüyoruz. Biz Arroyo'yu aldık ve bunun sonucunda oyuncumuza para ödüyorduk. Arroyo'nun bize maliyeti 1 milyon dolar olurdu. Açık söylüyorum bizde bu para yok. Hem de takımın kimyasına durumuna baktığımızda da böyle bir oyuncuya ihtiyacımız da yok. Bence Beşiktaş Kulübü uzun bir aradan sonra ilk defa ayağını yorganına göre uzatıyor... Beşiktaş Futbol Takımı'nın mali sorunları yüzünden Avrupa kupalarına katılamadığını hatırlatan Kunter, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Ben böyle bir şey olmasını istemiyorum. Şimdi yapılacak şeyler 3-5 sene sonra tekrar dönüyor. Önümüzde Quaresma, Ferrari ve Del Bosque örnekleri var. Ben bu konuda Beşiktaş Kulübü yöneticilerinin davranışlarını çok doğru buluyorum. Benim basketbol anlayışıma göre, Arroyo gibi bir oyuncuya bizim ihtiyacımız yok. Kadromun bu yapısına güveniyorum. Uzun bir sezon var. En sonunda neler olacağını, kimin play-off'lara doğru ne yapacağını göreceğiz. Galatasaray'ın ihtiyacı vardır ve alır. Ben konuyu da bilmiyorum. Aldı mı, alacak mı- Yöneticilerimiz bir karar almışlar. Bunu kınamamak gerek. Bu işten Beşiktaş Kulübü'nün büyük bir kazancı var.'' 

ps: isteyen araştırsın fiba'da kaç tane Beşiktaş dava dosyası var.

29 Aralık 2012 Cumartesi

Profesyonel Taraftarlık.




Karanlık bir stüdyoydu; Serhat Ulueren'in sorularını yanıtlıyordu Tümer. Daha dün gibi aklımda söylediği cümleler "Türkiye'de Beşiktaş'tan başka takımda oynamam. Para benim için önemli değil. Askerlik sorunum hallolsun boş mukaveleyi de imzalarım sorun değil". 5 sene takım kaptanlığı yapmış bir adam bunu söyleyince insan ister istemez inanıyordu. Sonra bir kaç hafta geçti yanılmıyorsam, Fb Tv'de bir alt yazı "Tümer Metin, Fenerbahçe'de! Birazdan canlı yayında görüşlerini açıklayacak". Tümer çıktı ekrana yıllarını verdiği Beşiktaş'tan "o takım" diye bahsetti. İnsan çok sevdiği, çok değer verdiği insanın kendisine kazık attığını öğrendiği an yüzünde değişik bir ifade olur ya hani hah işte o ifadeyi takındım, ekrana boş boş baktım bir kaç dakika.

Kapalı ile karşılıklı olarak "Burası Beşiktaş Alayına Gider" söylediği günler geldi aklıma, her golünden sonra elini yumruk yapıp armaya vuruşu, "seviyoruz seni Tümer" diye bağırılan tezahüratlar, tek başına aldığı maçlar, Sergen'in gölgesinde kalıp ondan daha fazla iş yapışı falan. Ben çok severdim Tümer'i, takımda en çok sevdiğim oyuncu oydu. Sonra bir gün kalktı ezeli rakibe gitti. O gün anladım ki sporcuları da profesyonelce sevmeli. Çünkü birini çok sevmezsen, bağlanmazsan gidişine de çok üzülmezsin. Tümer'e üzüldüğümden beri hiçbir sporcuya kalpten bağlanmaya çalışmıyorum. Çünkü biliyorum ki onlar bir profesyonel. Türkiye'de her zaman duygusallık ön plandadır ama taraftarlar da artık profesyonel taraftarlığa geçişin adımını atmalılar.





Geçen seneye bakıyorum basketbol takımı tarihin en büyük başarılarını elde ederken en önemli 4 oyuncusundan fotoğraftaki 3'ü Hawkins(takım kaptanı), Ersin Dağlı, ve son olarak Arroyo Galatasaray'da. En son Arroyo gitti Galatasaray'a haberini burkuldum tabii ama üzülmedim. İnsanın kalbi aynı yarayı bir kez tadınca yenisine çok tepki vermiyor. Aşı gibi bu profesyonel taraftarlık. Zaten burada amacım yönetimsel zaaflardan bahsetmek değil çünkü onları anlatacak kelime yok. Her taraftar bir gün, -çok sevdiği bir oyuncu ezeli rakibine gidince- profesyonel taraftar olacaktır. Sözün özü; formanın önündeki isim, arkasından daha önemlidir. O yüzden kişileri değil takımınızı sevin ve siz de profesyonel bir taraftar olun.

İlk yarının fotoromanı.

19 Ağustos 2012 İBB - Beşiktaş

Olimpiyat kabusundan Sivok'la uyanacakken kalkan ofsayt bayrağı...

 26 Ağustos 2012 Beşiktaş - Galatasaray

 "Uzay takımı"nı 3 golle uğurlayacakken çıkıp gelen "emek hırsızı".

1 Eylül 2012 KDÇ Karabükspor - Beşiktaş

Sezonun ilk galibiyeti ve Fernandes'in 2 golü.

17 Eylül 2012 Beşiktaş - SB Elazığspor

Galatasaray maçından sonra karşılaşılan ve alışılamayan tablo Kapalı'nın boş olması. 3-0'lık 2. galibiyet.

22 Eylül 2012 Gaziantepspor - Beşiktaş

Olcay'ın nefis golü, Fernandes'in asisti derken son saniyede Orhan'dan gelen "evlat kurşunu" ve ilk yenilgi.


1 Ekim 2012 Beşiktaş - Sivasspor

Mücadele edilmeyen tek maç, pozisyon vermeden üst üste 2. yenilgi ve hakem değişikliği.


7 Ekim 2012 Fenerbahçe - Beşiktaş

2 haftalık mağlubiyet serisi, Alex yok, kafalarda acabalar var ama Sow'un imza golü ve devamı...


21 Ekim 2012 Beşiktaş - Trabzonspor

Müthiş mücadele, kaçan sayısız gol. Takımca yığılıp kalmak, tribündeki şok geçince takımı alkışlamak...


26 Ekim 2012 Kasımpaşaspor - Beşiktaş

Yönetimden kaçan para babalarına güzel bir ders. Oynanan güzel futbol ve Tomas'ın gol sevinci.


4 Kasım 2012 Beşiktaş - Mersin İdman Yurdu

Oğuzhan'ın 2. sarıdan atılarak tadı damağımızda kalan performansı ve "oppa Beşiktaş style".


9 Kasım 2012 Beşiktaş - Bursaspor

Kötü hakem yönetimi, atılan 3 gol alınamayan 3 puan, aslında tartışılmaması gereken penaltı.


18 Kasım 2012 MP Antalyaspor - Beşiktaş

Geçmeyen son 10 dakika, Uğur Boral, hat-trick yapan HuGOALmeida, perdeyi kapatan Fernandes.


23 Kasım Beşiktaş - Akhisar Belediyespor

İsmail'in sakatlığı nüksedince onu anan takım, Euroleague maçıyla aynı saate maç koyan TFF.


1 Aralık 2012 Orduspor - Beşiktaş

Maç alacak kapasitede 20'lik Oğuzhan, kompakt savunma sistemi, üst üste 3. galibiyet.


7 Aralık 2012 Beşiktaş - Eskişehirspor

Sezonun en can yakan maçı, pozisyon verilmeden yenen 2 gol, 2-3 gün geçmeyen üzüntü


15 Aralık 2012 Gençlerbirliği - Beşiktaş

İkinci yarıdaki 20 dakikalık baskıyla kaçan goller, Hurşut, 1 puanı "Allan" kaleci, otobüsümüzün taşlanması.


21 Aralık 2012 Beşiktaş - Kayserispor

"Xeli"nin verdiği inanılmaz pas sonrası bütün takımın ilk onu kutlaması, Filip'in mutluluğu.

                 

Takımımız hepimize umarım mutlu bir yıl yaşatır. Son fotoğrafa kartpostalı koyardım ama ondan güzeli var.




27 Aralık 2012 Perşembe

Senden Önce Senden Sonra


                                                                                                                                 

  Oğuzhan Özyakup ! Ama hayır ben öncelikle SametAybaba’dan bahsetmek istiyorum.Öncelikle şunu belirtmek isterim ki kendisine önyargısı olanlardan,gelmesine karşı duranlardandım fakat kendisi bu önyargıyı,karşıtlığı o kadar güzel kırdı ki bir anda kendimi destekçilerinden biri olarak buldum.

 İsmail Köybaşı ikinci kez sakatlandığında Ersan Gülüm’ün ettiği laf Samet Aybaba ve ekibinin yarattığı atmosferi özetler nitelikteydi “İsmail çok şanslı herkes yanında,geçen sene benim yanımda bir kişi bile yoktu”.Tabi İsmail Köybaşı’na Akhisar Belediye maçında ve saha dışında takımca verilen destek inanılmaz duygu doluydu,tek kelime ile muhteşemdi.Saha içine gelirsek takım olmanın yolu öyle başı boş koşmaktan ya da sadece kendi pozisyonunu koruyacak kadar koşmaktan değil takım arkadaşın için koşmaktan belki O’nun bıraktığı boşluğu kapatırken kart görüp kendin bir maç sonra oynamamaktan geçiyor.Bunları yaparken ne kendin ne de maç başı primin olmamalı aklında,sadece Beşiktaş ve Beşiktaş’ın yararı olmalıydı.Ben sahada böyle oyuncu topluluğu gördüm 17 maçlık dilimde.Takımda ne küskün oyuncu kaldı ne de kompleksli herkes bir bütün oldu.İşte böyle bir takım yarattı Samet Aybaba.Geçen seneki dağınıklıktan bu seneki birlikteliği yaratmak kolay değil sırf bunun için bile teşekkürler Samet Aybaba.

 Yazının ana kahramanına geçersek,biraz daha saha içine dalacağız.Beşiktaş,Oğuzhan’sız çıktığı 7 maçta 2 galibiyet 2 beraberlik ve 3 mağlubiyet almıştı ve açıkça söylemek gerekirse Samet hocanın işi baya zor gibi duruyordu ama Samet Aybaba’nın Oğuzhan’ı oynatmama inadından vazgeçmesi –bunda Veli’nin kırmızı kart görmesinin de katkısı vardır- hem Beşiktaş’a hem de kendisine yeni bir sayfa açtırdı.Oğuzhan Özyakup,Trabzonspor maçıyla birlikte aldığı formayı kart cezalısı olduğu maçlar dışında hiç çıkarmadı.Sezonun ilk yarısında düzenli olarak 8 maçta forma giyen Oğuzhan Özyakup,Beşiktaş’ın bu maçlarda mağlup olmasını engelledi adeta.

 Beşiktaş ilk 7 maçlık periyodun ardından Oğuzhan’ın ilk 11 çıktığı 8 maçta 6 galibiyet 2 beraberlik gibi inanılmaz bir istatistik yakaladı.Bu 8 maçta kişisel olarak hanesine de 2 gol 3 asist ekledi.Beşiktaş ilk 7 maçta 1.71  gol ortalamasını tuttururken bu ortalama Oğuzhan ile 2.75’lere kadar çıktı.Puan ortalaması da doğru orantılı olarak Oğuzhan’lı ve Oğuzhan’sız olarak ikiye ayrıldı ilk 7 maç 8 puan,sonraki 8 maçta 20 puan.

 1992 doğumlu ve Türkiye’ye yeni gelmiş bir gencin bu kadar etki yapabilmesinin tek sırrı var,eskilerin deyimiyle “topu bilmek”.İkinci yarı için heyecanım doruk noktası da Fernandes ile doya doya beraber izleme fırsatımız olmayan Ozzy’nin yeteri kadar süre alıp bize futbol resitali yaşatacak olmasıdır.Samet Aybaba çok büyütmeyelim,pohpohlamayalım diyor ama Beşiktaş dominant bir orta saha oyuncusu kazandı.

23 Aralık 2012 Pazar

Basketbol Günlükleri 8 - Top 16 Yolu

20 gün geçti serinin son yazısından. O da yazıdan çok görsel bir kayıt. Bazı şeyleri top 16 öncesi konuşmak gerek.

- Yeni transfer Ewing'den önce, dışarıda kalışı kesin olan Dasic'le bir başlayayım. Cumartesi günü kadın basketbol maçında akatlarda karşılaştık. Adamla konuşalım biraz falan diye yanaştık. Sonraki durağını kendi de bilmiyor ama "ex-yugoslavya" olur herhalde diyor. Henüz burası resmen bitmiş değil. "Belki Galata'ya giderim ahahah" diye şaka falan yaptı. Biz de yüz bulduk, adamın üstüne gittik biraz. Kendisi "4 Numarada benden öncelikli tercihleri oldu hocanın. Saygı duyarım" dedi. "3 oynamak için yeterince çalıştın mı sence?" diye sordum, gayet rahat "Yok. Olmuyordu zaten. Benchte oturmak da bana göre değil" dedi. Olayı profesyonel sporculuğuna falan getirdik. "Yakıştı mı :(" falan derken goygoya getirdi kapattı konuyu. 15 dakika kadar muhabbetten sonra vedalaştık adamla. Gevşek midir nedir.

- Guard rotasyonunda Kunter'e kolay gelsin. Çok büyük denge kurması gerek. Tutku da dönüyor. Geçen ay, Patrick kaybolduğunda takımın skor yükünü çekecek adam sıkıntımız olduğunu söylüyorduk. Öyleki koç da hücum etkinliği yüksek bir 3 arayışına girdi. Hedeflenen transferler bazen maddi bazen de başka sebeplerle çıkmaza girdi. Örneğin Gelabale transferinin sebebi bir yerde de sözleşmede tıkanmış. Kendisi Ocak ayına kadar NBA'e çıkış hakkı istemiş vs. Ewing'in gelişiyle zaman zaman Patrick'i 3'e çekmek, zaman zaman da direkt üç guarda dönmek mümkün.

- Ewing yokken, Jerrells kenara geçtiğinde Tutku sahaya geliyordu. Patrick kaybolunca ve Vidmar ile istediği oyunları oynayamayınca herkesin temposu kayboluyordu bir anda. Şimdi Tutku sezon başına göre daha güçlü bir Vidmar ile oynayacak. Her maç 3-4 smaç ile bitirişi var ve Cemal de takıma ısınacaktır. Ayrıca Ewing / Jerrells rotasyonuna gidilince Tutku ve Jerrells'ın aynı anda sahada olması mümkün olacak. Üstüne dış atış tehditi ile 2'de oynayabilecek bir Can Akın da sağlam dönüyor. Rakip'in oyuncusuna göre Kaptan Muratcan'ın süresi ayarlanacak. (bkz Rytas deplasmanında Muratcan'ın Seibutis'i bitirişi)

- Euroleague'in top 16'da geçen seneki sistemden bu seneki sisteme geçişi hem avantaj hem de dezavantaj yaratabilir. Daha fazla yüksek profil takım ile aynı grupta olmak psikolojik baskı ve olası bir üst üste mağlubiyet serisi getirebilir. Oradan iyi sıyrılmak gerekecek. En azından üst üste 3 mağlubiyet olmamalı asla. Ancak uzun vadede daha fazla euruleague maçı, daha fazla tecrübe demek olacak. Sezon başında Top 16 hedefi olan bir takım için her maç tecrübe toplama maçı sayılır. Hem takım, hem taraftar için. 14 adet maç var. Neredeyse bir devre ulusal lig maçı.

- Buradan sonrası saha içinden çok saha dışı olsun. Sene başından beri yırtınıyoruz. Takımı, olması gereken durumla değil olduğu durum ile yargılayın. Sponsor mevzsunun, maddi durumun faturasını oyunculara kesmeyin. Beyin sahibi herkes; Euroleague oynacak, geçen sezon 4 kupa almış bir takımın ilk guard tercihinin Jerrells olmaması gerektiğini söyleyebilir. Bu büyük bir tespit değil. Ancak olduktan sonra da ağlanacak bir tercih değil. En azından şimdilik. Adam 5 maç kazandırıyor, ilk yanlış tercihinde "e jerrells işte ne beklersin" oluyor. Şu Arroyo kıyaslamasından da çıkalım artık. Geçen sene Arroyo, play off oynamadan gitseydi buradan, "Ne balonmuş be" derdik. Normal sezon performansı Jerrells'dan kötüydü. Ve daha da önemli bir haber vereyim: şu an takımda Arroyo yok. Gelmeyecek. Olmayacak. Büyük ihtimal de GS'ye gidecek. Mutlu var bizim. Geçen güzel dedi, "her mağlubiyetten sonra Arroyo-Hawkins diyecek olan izlemesin daha iyi." Cidden öyle. İzlemeyin. Umutsuzluğunuzu ve memnuniyetsizliğinizi alıp kendinize saklayın. Şubede emek gösterenlere ayıp oluyor. Yarın elden Euroleague de elden gidince bir şeyler ortaya çıkmaya başlar. O zaman Jerrells değil, Mehmet Yağmur için dua edersiniz. (mehmet de iyi gidiyor bu sene edirne'de he eheh)

29 Kasım 2012 Perşembe

Unutmak istediğinizde, unutamazsınız.





21 Ağustos 2010 ve 28 Kasım 2012. Tarihler pek uzak değil hemen hemen 2.5 yıl civarı.


8 Ağustos 2010 akşamı El Madrigal'de Villareal karşısında Guti'li Quaresma'lı Beşiktaş'ın kalesini Rüştü'nün ısrarları sonucu alınan takımın o zamanki 3. kalecisi olan Cenk Gönen koruyacaktı. Herkes "acaba nasıl performans gösterecek?" diye merakla beklerken Villareal maça fırtına gibi giriyordu ancak Cenk Gönen maçın ilk 5 dakikasında 4 %100'lük pozisyonu kurtarıyordu. İlk yarı bitmeden 2-0 öne geçen Beşiktaş yedek oyuncularının girmesi ile birlikte oyunun son bölümünde oyundan düşüp 3 dakikada yediği iki golle sahadan beraberlikle ayrılıp penaltılarda kupayı Villareal'e teslim ediyordu. Maç sonu herkes Cenk'in Rüştü'nün en iyi olduğu dönemlerdeki zamanı andıran refleksleri maçın skorundan bağımsız olarak basında ön plana çıkmıştı.

Bu maçın ardından 1 hafta sonra ilk resmi maçı olan Plzen ile Beşiktaş kariyeri başlıyordu. Hiç anlam veremediğim ve ilk defa gördüğüm "kalede rotasyon" sistemi başlıyor ve ilk lig maçı olan Buca maçından sonra kaleyi Cenk'e emanet ediyordu Alman teknik adam.

Plzen maçından sonra içerideki ilk lig maçı olan 21 Ağustos 2010'da İBB maçında yine formayı alan Cenk ilk lig maçında takımın silik performansından ötürü maç sonunda pek de konuşulmaya değer bulunmayan bana göre ise önemli bir hata yapıyordu. 1-0 geride rakip kalede beraberlik golü ararken defansta büyük boşluklar bırakıyordu takımımız. Maçın duraklama anlarında Ferrari'den seken topta İbrahim Akın'la karşı karşıya kalıyor ve ceza sahasının yaklaşık 8-10 metrelik dışında topu üstünden aşırtmak isteyen İbrahim'e topun geçmemesi için ellerini kullanmaya çalışıyordu. Top o gün gol oldu. Bu hata unutuldu gitti. Cenk'te ardından gelen lig maçları ve Avrupa Ligi'nde Cska Sofia maçında sakatlanana kadar formayı hep aldı gerçi ama kalan performansı ayrı bir yazı konusu.























Ve dönüyoruz dün akşama 28 kasım 2012 McGregor'un ardından 2. kaleci olarak kupa maçlarında sahaya çıkan Cenk, Beşiktaş - Ankaragücü maçıyla tekrar formasıyla sahada. Bu kez skor 1-1 Hilbert'in hatalı pası sonucu Timur ile karşı karşıya kalan Cenk ceza sahasının 5 metre dışında  rakibinin üstünden aşırtmak istediği topu yine eliyle engellemeye çalışıyor. Fakat bu kez İBB maçından farklı senaryo olarak da bunu başarıyor. Hakem top Kaan'ın önünde değil de başkasının önünde kalsa maçı durdurup Cenk'i oyundan ihraç edecekken "bariz gol şansı sırasında eğer hakem avantaj uygularsa ve gol direkt olarak atılırsa, rakibin el ile oynamasına veya faul yapmasına rağmen, oyuncu oyundan ihraç edilemez fakat halen bir ihtar verilebilir."  kuralına istinaden hakem Kaan'a vuruş şansını veriyor ve hasbelkader top 30-32 metreden filelerle buluşuyor ve ağlara giden top belki de takımın maça -Cenk'in atılmamasıyla- dolaylı yoldan da olsa tutunmasını sağlıyordu.





















O gün 21 Ağustos 2010'tu bugün 28 Kasım 2012. Tarihler pek uzak değil hemen hemen 2.5 yıl civarı. Hata aynı hata Cenk aynı Cenk(!). 2.5 yıl arayla yapılan 2 aynı büyük hata. Cenk ASY'deki son derbi olan Galatasaray - Beşiktaş maçında Kewell'dan yediği hatalı gol sonrası Nietzsche'den alıntı yaparak "unutan iyileşir" demişti ve bu alıntısı çok konuşulmuştu.  Özgüveni Atletico Madrid maçından sonra iyice düşen Cenk'in artık bugünleri unutup iyileşmesi gerekiyor. Hakan Arıkan'ın Beşiktaş kariyerinin bitişine en yakın tanıklardan biri olarak kendisi henüz Hakan'ın takıma katıldığı yaş olan 24'te. Samet Aybaba'nın "Cenk'in önünde zaman var, iyi bir kaleci olacak" lafını unutmaması ve her gün daha da düşünmesi gerekiyor.

Nietzsche bir de derki "Unutmak istediğinizde, unutamazsınız." Kim neyi unutacak onu bize zaman gösterecek.

Feyyaz Balıkçı

24 Kasım 2012 Cumartesi

Transfer Stratejileri



Beklenen (aslında sezon başında öncelikli ve bana göre yegane hedef olarak belirlenen) oldu ve Beşiktaş basketbol takımı Top 16'ya kaldı.Öncelikle bu şartlar altında bu takımı bu seviyede tutan herkese başta koça teşekkür etmek gerek. Ancak belirtmek gerekir ki sezon başı düşünülenden uzakta bir basketbol oynuyoruz. Erman Kunter'in aklında öncelikle savunmayı düşünen, savunmayla birlikte ayağa kalkıp hücumu da savunmaya endeksleyen bir takım vardı. Sene başındaki oyunlarda (özellikle Brose ve Partizan maçlarında) bunu sahaya en doğru şekilde yansıtan bir takım vardı ancak ondan sonraki dönemde özellikle Fenerbahçe maçından sonra sahada belirgin bir düşüş oluştu. Bunlar zaten her yerde bahsedilen şeyler, sıkıcı olmasına izin vermeden Top 16 ile birlikte yeniden kurgulamamız gereken takım stratejimiz ve buna göre oluşan transfer planlamamız hakkında konuşmak gerekir.

Takımdaki problemler aslında belli. İki ucu keskin bıçak Jerrels'tan başlamak gerek. Dünkü Brose maçını hariç tutacak olursak, Jerrels'ın aklında her zaman 'takımı oynatmak yerine birebir oynamak' düşüncesi var. Dün yaptığı 6 asist, yani takımı oynatma düşüncesi takdire şayan, ancak özellikle deplasmandaki Partizan maçında takımdan çok kendine oynaması düşündürücü. Muazzam şekilde sorumluluk alabilen birisi, bu açıdan takımdaki diğer oyunculardan net şekilde ayrılıyor, ama bu durum dünkü gibi kullanılırsa ortaya ikinci yarıdaki harika oyunumuz da çıkabilir, her topu birebir oynayarak kullanırsa takım bütünlüğü anlamında büyük sıkıntılar da doğurabilir. Yine de özellikle dünkü oyunu görünce Erman hocanın duruma el attığını düşünüyorum.Bir de ufak not : Eski formuna dönmesi kolay olmaz ama Can bu takıma çok şey katacaktır.

İkinci olarak uzun problemimize değinmek gerekir.Uzunlardan bahsedince bana göre en büyük hayal kırıklığı olan Dasic'le başlamalıyım.Ben uzunlar içinde saydım ancak hoca daha çok 3 numara için düşünüyor, aslında bu durum da oyununu hatrı sayılır derecede etkiliyor. Karadağlı oyuncu geçen seneki selefi, post-up'ı olmayan ancak şut tehdidi olan Erceg etkisi yaratması için transfer edildi belki de,ancak takıma bir türlü giremedi. Sebebi her ne olursa olsun, herkesin çok büyük beklentisi olan bu oyuncudan böyle kötü performansları şüphesiz hoca da beklemiyordu. Transfer bu pozisyona mı düşünülüyor bilmiyorum ama sanırım hoca Dasic ile yola devam etmeyecek. Bu potansiyele sahip bir oyuncu için çok üzücü bir durum.

Falker ise savunmada tam bir canavar. Top çalıyor, blok yapıyor,tam bir ribaunt canavarı ama... Aması çok büyük bir problem. Hücumda çok sınırlı. Sınırlı dediysem neredeyse hiç yok. Bütün bunlara karşın hocanın Falker ile devam edeceğini düşünüyorum, sanırım maddi şartlar bunu gerektiriyor. Küçük bir ihtimali de saklı tutmak gerekir.

Markota ise sezon başındaki silik görüntüsünden çok uzakta. Hücumda sorumluluk alıyor, şut tehditi olması onu özel kılıyor, savunmada ise ribauntlarda kariyeri boyunca zaten iyi durumdaydı. Eksisi psikolojik faktörlerden çok çabuk etkilenmesi. Ama dünkü maçta bu durumu lehine çevirerek (haksız teknik faulden sonra takımı ayağa kaldıran isimdi) 3. çeyrekte maçın bize dönmesini sağlayarak maçın kilit oyuncusu oldu.

Vidmar'dan çok fazla bahsetmeye gerek yok, eldeki şartlar doğrultusunda üzerine düşen görevi yerine getirmeye çalışıyor. Bu şartlar altında ondan daha iyisini bulamayacağımızı düşünüyorum, başka birini denemek rulet oynamak olacaktır.


3 numara pozisyonumuzda ise sıkıntılar olduğu aşikar. Beklentiyle transfer edilen Christopher sene başında çok formda bir görüntü çiziyordu, takımla birlikte o da düşüşe girdi. Son iki maçta da fena oynamadı, sorumluluktan kaçmadı, 20+ sayı attı. Ancak onun oyunda olmadığı dönemde o pozisyonda çok zorlanıyoruz. Hocanın genellikle 3 numarada denediği Dasic'ten bahsettim biraz, yine o pozisyondaki Serhat'ın geçen seneki formundan çok çok uzakta. Şartlar 3 numara transferinin olacağını gösteriyor, bekleyip göreceğiz.

Maddi şartlar uyarsa öncelikle Dasic'in gönderilip 3 numara transferi yapılacağını, daha sonrasında ise ihtimali çok çok düşük olsa da Falker'ın yerine uzun rotasyonuna bir oyuncu eklenebileceğini düşünüyorum.Tabi bu transferler yapılırken yazının başında da bahsettiğim gibi Top 16'ya çıkmamız tek hedef görülmüşse ve ondan sonrası bir nevi ekstra olarak düşünülmüşse transfer politikamız da buna göre şekillenecektir.

Basketbol Günlükleri 6 - Next Stage


- Deplasmandaki Rytas maçında yazmışım günlüğün son sayfayı. Sık yazmak bir yana, aynı şeyleri tekrar tekrar yazmak sıkıcı.

- Ligdeki Banvit mağlubiyeti, artık kulübün içine işlemiş bir durum. Yeniliyoruz adamlara. CSKA'ya, Barcelona'ya yenilmekten daha olağan bir durum benim için artık. Halbuki Patrick'in iyi bir performansıyla karşılaştığımız maçtı. Tutku ve Cevher'in sakatlanması sıkıntı oldu. Onun dışında diğer önemli sıkıntı, maç kayıplarını olağan görmeye başlamak. Euroleague güzel ama ligde bir süreklilik yakalamak da şart.

- Partizan maçıyla ilgili; Belgrad'da 10 yıl sonra ilk kez bir deplasman takımı taraftarı girmiş maça. Anılar için stalker blog'a göz atın. Eline Ayağına sağlık gidenlerin. Maçla ilgili bir şey demeye gerek yok. Her mağlubiyetin kilit noktası aynı şeyler. Okuması da yazması da sıkıcı.

- Brose Baskets maçının öyküsü güzel. Markota'ya bir sportmenlik dışı, bir de teknik faul verdiklerinde takım 10 sayı geriye düştü, ama sahaya 10 kat fazla katkı gelmeye başladı. Tribün, takım; herkes ayaklandı hakem sağ olsun. Savunma sertliği üst noktaya çekildi. Brose'nin tüm planları bozuldu. Savunma ritmi, hücum ritminin önünü açtı. Güzel galibiyet ve TOP 16 kapısından içeri dev bir adım.

- Markota, takımın en kilit rollerinden biri. Belki de kadronun sezon başından beri en istikrarlı oyuncusu. Dasic'den beklediğimiz katkı ondan geliyor sürekli. Patrick, her maç şu Bamberg maçının yarısı kadar oynasın yahu. Yarısı. Vallaha fazlasında gözüm yok. Ama Pazartesi günü Hacettepe maçını 2 sayı ile tamamlasa şaşırmam. Şu dengeyi kursa kısa sürede.


- Jerrells, sezon başında geldiğinde hepimiz "yahu bu bombanın üzerine mi kurulacak takım" gibisinden konuştuk. Şu zamana kadar gösterdiği performans "böyle bombaya can kurban" dedirtiyor. Index Rating ve sayı ortalamasında Euroleague'in en iyi oyuncularından (2 ve 4. sırada) olması bir yana, son birkaç maçında bambaşka bir Jerrells var. Örneğin dün akşam turu getiren maçta; ilk 3 çeyrekte 6 asist. Her zaman doğru adamları buldu. Son çeyrekte ise topu alıp fişi kendisi çekti. Mükemmel performans. Geçen sezonki birçok Arroyo performansından bile üstündü belki de. Bu anlayışı sezona yayarsa hem kendi kariyeri açısından hem de Beşiktaş'ın durumu açısından işler fena değişir.

- Gündemde bir 3 numara transferi var. Bu zamana kadar "uzun mu yoksa kısa mı lazım acaba" diye tartışırken şu anki görüntüde en önemli açığın bu olduğunu gözümüze soktu koç. Ekonomik şartlar elverdiği sürece tabii. Elimizi zora sokan en önemli şey Dasic'in sağlam sözleşmesinin feshedilmesinin kolay olmaması. 1-2 haftaya netleşir, bekleyelim.

- Top 16 hayırlı olsun. Grubu üçüncü bitirmek daha avantajlı bir durum sağlayacaktır. Kulüp tarihinin ilk Euroleague macerasında toplamda 24 maç yapmayı da garantiledik böylece. "Tecrübe" istediğimiz sezonda daha güzeli olamazdı herhalde. Ayrıca içeride 9 maç daha oynayacağız, o da taraftara ayrı bir hediye.

20 Kasım 2012 Salı

Beşiktaş Nasıl 5 Gol Atar

Birinci gol, ceza sahasında 3 forvet ve 2 orta saha oyuncusu var. Savunma
yapan tarafın oyuncusu sayısı ile eşit. Doğru tercih, güzel orta, gol.



İkinci gol. Kontra başlıyor. Kısa bir fren ve ceza sahası civarında 5 adet Beşiktaş formalı. Fernandes muazzam asist, gol.



Üçüncü gol. Kanat oyuncusu Olcay, içeriye yanaşmış. Boş yere çıkarılan pas, güzel bitiricilik ve gol. Son 2 sezonda kanatlarda oynayan oyuncular taç çizgisinden pek uzaklaşmazdı mesela.



Dördüncü gol. Yine kontra. Orta sahanın "defansif" rolünü üstlenmiş Necip topu taşıyor. 3 Beşiktaşlı ceza sahasına giriş yapmış bile. İki pas, golü atan Almeida, resimde arka üst köşeden gelen (lig tv logosunun altında) Almeida.



Beşinci gol. 90+ bilmemkaç. Rakip can havliyle saldırıyor artık, son şansları. Beşiktaş fırsat yakalıyor hücum için. Ceza sahasında 3 BJK formalı var. Üçünün ortak özelliği, maç başından beri koşuyor olmaları. Yine de gole gidilmiş. Fernandes olmasa arkasında Olcay bekliyor. O olmasa Almeida zaten içeride. Topu oraya taşıyan depar da Oğuzhan'dan gelmiş. Al sana 4 adet ilk 11 oyuncusunun 90 + 5 deparı..



Son yıllarda bütün forvetlerimizi, özellikle santraforlarımızı, kötü gösteren durum bu yalnız kalmalardı. Şimdi Almeida'ya 4 kişi yardıma gidiyor. Ceza sahası ve civarında 6 kişi hücum ediyor en az. Rakip savunma adam paylaşımı yapana kadar, son pası verecek oyuncu altrenatifleri artıyor. Hele Üçüncü gol benim favorim. Ceza sahasına girmiş 3 oyuncu var ama asıl santrafor kendini unuttumuş, arkadan gelip plaseyle bitiriyor. Ancak takım savunması toparlansa güzel olur. Yarın "Beşiktaş Nasıl 5 Gol Yer" olmasın başlık. 


Ps: Hugo'yu gerçekten severim de, şu hücum düzenlerinde Bobo'nun da olduğunu düşününce bir üzülüyorum. Etkisini bir hayli arttırırdı geçmiş yıllara oranla.

10 Kasım 2012 Cumartesi

Basketbol Günlükleri 5 - Panik Yok


- Günlüğün önceki serisini "Önümüzdeki iki tane son derece önemli ve zor maç var. Ya çıkar, ya batarız önümüzdeki hafta. 2'de 2 gelsin bayram edelim." diyerek kapatmıştım. 2'de 2 oldu ama tersten oldu. Sağlık olsun. Aynı yazının başlığı "tecrübe" idi zaten. Olacak bunlar.

 - Koça, oyuncuya, takıma sallamalar falan kendinden geçti bir ara. Benim adıma, yenilmekten daha üzücü olan taraftarın o tavrı. Bu takımın kaybetmesi o kadar doğal ki; ama nankörüz işte. Sezon başında beklentiler minimum düzeydeydi. Önce cumhurbaşkanlığı kupası sonra Partizan ve Brose maçları beklentiyi arttırdı haliyle.

- Kulüp tarihinin ilk Euroleague tecrübesi. Geçen sene çılgınlar gibi kupa kazanan takım tamamen dağılmış. Koç gitmiş, lider oyuncular gitmiş, sponsor gitmiş. Yeni bir koç ve daha düşük bütçe ile yola çıkılmış. Birbirini yeni tanıyan oyuncularla yeni bir yapı gelmiş. Biraz insafsızlık mı ediyoruz eleştirirken? Eleştiri olacak tabii; sınırı geçmeyelim.

- Takımın genel durumu belli. Savunması ile güçlü bir takım yaratmak kısa vadede daha kolay. (Aslında değil gibi de, hiç emin değilim. İki taraflı tartışılır) Öyle ki savunma performansı ile kazandık bu zamana kadar genelde. Hücumda hala aynı şeyler var. Patrick saklanıyor. Jerrells olması gerekenden fazla zorluyor. Vidmar bence sezonun en iyi çıkış yapan oyuncusu. Faul problemine girmediği sürece verimi çok yüksek. Markota güzel gidiyor. Tutku, Falker'i döve döve potaya yolluyor. Rytas maçında Seibutis'i tekme tokat kovalayan Muratcan'a teşekkürler.

- Şimdi, sıkıntı şu. Jerrells fazla süre yakıyor. 14 saniye erittikten sonra 10 saniye kala hücuma başlıyoruz. Kısa sürede çözüm üretemeyince son saniyede olmadık bir pozisyonda şut çıkarmak gerekiyor. Hücum setleri konusunda çözülmesi gereken şeyler var. Geçen yazılarda da konusu geçti, dün de Bayülken maçta hep onun üstünde durdu. Jerrells'ın 2'ye geçip, Tutku'nun 1'de kalması sıkışan anlarda en iyi alternatif gibi. Patrick maça giremediğinde özellikle. Geçen sabah Brooklyn maçını izleyebildim biraz. Eski dost Deron da yer yer öyle oynuyor. Son maçlarında takımca verim aldılar herkesden.

- Beşiktaş adının geçtiği yerde "rakiplerle çok fark kalite/bütçe/derinlik var" cümleleri olmamalı tabii ki de, ancak gerçekler bu. Beşiktaş'ın herhangi bir şubesini değerlendirirken mevcut durum üzerinden değil de, olması gereken durum üzerinden eleştirmek büyük saygısızlık. Üstüne basketbol takımının hiçbir zaman bir yapılanma ürününü geliştirdiğini görmedik.

Maç Sonuçları:

Beşiktaş 58-85 CSKA
Fenerbahçe 83-74 Beşiktaş
Lietuvos Rytas 67-73 Beşiktaş

Önümüzdeki Maçlar:

11 Kasım, Beşiktaş - Gaziantep BB
15 Kasım, Partizan - Beşiktaş

28 Ekim 2012 Pazar

Basketbol Günlükleri 4 - Tecrübe



- Karşıyaka maçı ile sezonun ilk "resmi" mağlubiyetini aldık 7 maç sonra. Telafisi mümkün olan gereksiz bir deplasman kaybı diyip geçmek gerek. Takım olarak tepki gösteremediğimiz anlar sıkıcı.

- Bir Arroyo, bir Hawkins, bir Erceg aradığımız anlar bunlar. Hatta ben Pops Mensah Bonsu'yu da katarım. Topu alıp sorumluluk almaktan ziyade bir smaç, bir spektaküler hareket ile rakip oyuncuların üzerine gidebiliyordu. Çoğu röportajında psikoloji eğitimi aldığını, eğitimini rakibin üzerine oynamak konusunda kullandığını da söylüyordu zaten. Patrick kaçak dövüşüyor bazı zamanlarda. O iş olmuyor.

- Karşıyaka deplasmanı gibi 5-6 maç kaybedilsin, zararı yok. Euroleague, tecrübeyle yürünecek bir yol. Asıl amaç Top 16'lardan, Son 8'lerden ziyade seneye tekrar katılmak olmalı. Önümüzdeki sezon Euroleague'e katılmanın yolu kendiden "pahalı" derbileri kazanmaktan geçiyor. Takım hala güçlendirebilir. Bu ara NBA takımları bazı oyuncularının kontratlarını feshediyor. Eurleague'de grup aşamaları bitince sözleşmeleri bitirilen oyuncular olacak. Sponsor/sponsorsuzluk durumu ne olacak bilmiyorum ancak bir Galatasaray örneği var. Bu sezon Euroleague'e tekrar katılabilselerdi bambaşka şeyler konuşuyor olurduk. Bugünün maçları önemli ancak bu takım seneye de Avrupa'da birincil turnuvada olmalı.

- Barcelona deplasmanı, kaybedilse "e normal", kazanılsa "VOHA N'OLUYOR LAN" ikilisi arasında bir maçtı. Tam ortasını yaşattı takım. Fark yanıltmasın. Son iki dakikada açılan fark "tecrübe" ve "oyuncu kalitesinin" göstergesi. Maç boyunca direnmek, yeri geldiğinde öne geçmek güzel iş. Her mevkide geniş rotasyona sahip tecrübeli bir takıma karşı oynanabilecek en güzel oyun vardı sahada. Barcelona ayarında takıma karşı iki basit top kaybı yaparsanız, maçı bitiyorsunuz işte. Dersine iyi çalışan antrenör kadrosu ve koç farkı bu maçlarda çıksın ortaya. Barcelona'yı böyle yakalamışken kafasına bir tane vurmak çok güzel olurdu ya neyse. Tecrübe. Tecrübe. Tecrübe.

- Günün maçı Tofaş. Maç başlangıcı olabilecek en kötü senaryo. İlk 5 dakikaya kadar neredeyse sadece 1 sayı üretebildi takım. 3 hücum "hatalı yürüme" düdüğüyle kesildi. Bir yerde teknik faul çalındı. "Yine avrupa dönüşü?" derken toparladık neyse ki. Tutku sağlam oynadı, ikinci yarı Patrick "skorer" kimliğine döndü. Uzunlardan gelen asist katkısı günün sürprizi. (swf'si sonda)

- Maçın olayı Dasic'in kesilip Falker'in oynaması. Sakatlık durumu falan var mı bilmiyorum ama olması gereken oldu. Skor üretmekten ziyade savunması ve ribaund kovalaması için takıma dahil edilen Falker'in skora da yakın oynamasının sebebi de Tutku Açık oldu bu maç. "Tutku'nun uzunu" belki Falker bile olabilir birgün. Bakalım.

- Önümüzdeki iki tane son derece önemli ve zor maç var. Ya çıkar, ya batarız önümüzdeki hafta. 2'de 2 gelsin bayram edelim.

Maç Sonuçları:
Euroleague, 
3. Hafta: Barcelona 72-60 Beşiktaş 
BBL,
2. Hafta: Pınar Karşıyaka 86 - 79 Beşiktaş
3. Hafta: Beşiktaş 72-55 Tofaş

Haftanın Maçları:
Euroleague,
02 Kasım Cuma, 20:00:  Beşiktaş CSKA - Moskova
BBL,
05 Kasım Pazartesi, 19:30: Fenerbahçe - Beşiktaş 

Bonus (sozcelyk'e teşekkürler): 
Falker'in Bloğu
Falker'in Alley-oop Asisti (bu biraz beklenmedik oldu ama eheh)

22 Ekim 2012 Pazartesi

Önce siyah, sonra beyaz.



Son 3 maçını 1'ini şanssız (Antep) 1'ini kötü ( Sivas) 1'ini de (Fb) sahaya çıkmamış yaparak kaybeden Beşiktaş için kritik bir maç olacaktı şüphesiz ki Trabzon maçı.

Orta sahanın en kritik adamı Veli, bir ümitlendirip bir acaba diyen tam 4 maç üst üste iyi oynayan Necip, şu aralar en çok aradığımız olan "golcü" kimliğine sahip belki de tek adamımız olan Pektemek, s.o.s diye bağıran sol bekin alternatifsiz adamı İsmail, fiziken halen istediği kıvama gelemeyen Muhammed, ve niye alındığı belirsiz olan Mehmet Akgün'den yoksun bir Beşiktaş sahada mücadele edecekti.




Sahaya çıkan 11; : McGregor; Hilbert, Sivok, Ersan, Uğur Boral; Toraman, Özyakup; Holosko, Fernandes, Almeida; Batuhan

Ersan Gülüm'ün stopere yerleşmesi Escude'nin yedekte kalması bence yerinde bir tercihti. Fiziki olarak kendini toparlayan ve kafa olarak da iyice hazır hale gelmeye başlayan Ersan ne tesadüftür ki yine Cüneyt Çakır'ın yönettiği bir Trabzonspor maçında Giray ile girdiği mücadele sonucu çapraz bağlarını koparmıştı. 2011 ocaktan bu yana bir de antrenmanda kopardıktan sonra belki de ilk kez tam hazıra yakın bir Ersan'ı izleyecektik. Nitekim öyle de oldu Sivok ile uyumu sayesinde iyi bir maç çıkaran Ersan böylece kendisi için de güven aşılayıcı bir maçı geride bıraktı.

Sahadaki 11'de tek sorun Bremen'de sadece 3-5 maç ileri 3'lünün solunda oynayan Hugo Almeida'nın kanatta oyuna başlamasıydı.  Bu tercih hem hala hazır olmayan bir Batuhan'ın son 15-20 dakikalık yapacağı katkıyı engelledi hem de hücumda pasla çıkmak yerine nasılsa ileri de iki uzun var mantığıyla takımı şişirme uzun topla çıkmaya teşvik etti.

Hazırlık maçlarında harikalar yaratan Oğuzhan ilk kez İnönü'de 11'e girmiş ve Toraman da en başarılı olduğu bölgede "süpürücü" rolünde maça başlayacaktı.

Maç iki takımda birbirini tartmak ve olursa da bir tane duran toptan sıkıştırayım mantığıyla başlamıştı. Nitekim sırtı dönük adama faul yapma hastalığıyla birlikte duran toplar kazanmaya başlayan Trabzonspor, Sapara ile bunları McGregor'un üstüne doğru kullanmaya başlayınca karambollerde tehlike yaratsa da gole ulaşamadı.

İlk yarıda takımımızın en etkili ismi olan Oğuzhan 3 kişiyi çalımlayıp Almeida'nın önüne bıraktığı, Almeida'nın ise topu Batuhan'a havadan oynamak yerine yerden sert kesmeye çalışmasıyla ilk tehlikeli atağını gerçekleştiriyordu. Ayrıca maçın 40. dakikasında da yay civarından müthiş bir şut atan Oğuzhan ilk yarıda Fernandes'ten rol çaldı desek yanlış olmaz.

Bamba'nın maçtaki tek hatasıyla Fernandes topu Onur'a zayıf bir vuruşla yollayınca etkili olabilecek bir pozisyon daha tehlike yaratamadan son buluyordu. Bamba için ise bir not düşmek lazım kim bulup getirdiyse tebrik edelim gerçekten çok dengeli bir stoper.



Yediğimiz gole gelelim. Fernandes sinirlerine hakim olamaması malesef başımızı ilerde daha da derde sokacak gibi. Olcan'ın ısrarla 9.15'e gelmemesi Fernandes'in sinirlenip topu Olcan'a vurdurmak istemesi ve dönen topun gol olması belki bir tesadüf ama yine de daha dikkatli olmalı Fernandes. Pozisyon içinse top Olcan'a çarpıyor ( numaralı tribün ofsayt kamerasından belli oluyor sadece çarptığı ) ama çok ufak yön değiştirdiği için hakemler malesef pozisyonu süzemedi ve Olcan'a kart çıkartamadı. Çıplak gözle izlediğimde ben de çarptığını görememiştim açıkçası.

Fernandes'in topu kaptırması ve ardından Zokora'dan yediği yalandan çalımla birlikte boşluğu iyi gören Zokora'nın attığı pasta Halil Ersan'dan yediği acayip tekmeye rağmen Sapara'ya duvar oluyor, Toraman'ın Sapara'yı tüm engelleme çabalarına rağmen top Yasin'e geliyor. Buraya kadar defansif olarak tüm görevleri yerine getiren bir Beşiktaş savunmasında yine zayıf halka olarak nitelendirebileceğim Uğur Boral'ın topa yerine adama gitme hastalığı başımıza dert oluyor ve görsel olarak güzel bir gol yiyoruz. Bu gol hem takımın moralini sıfırlıyor hem de tribünde "Quaresma" seslerinin yükselmesine neden oluyordu.

Golden sonra Halil'e yaptığı faulden mi yoksa itirazdan mı gördü Ersan kartı bilmiyorum fakat faulden dolayı ise kart son derece doğruydu. Bir de Almeida'ya ilk yarıda Trabzonspor atağa çıkarken Zokora'ya arkadan yaptığı faul sonrası verilmeyen bir kart var. Aslında Cüneyt Çakır'ın hiç es geçmeyeceği bir faul türüydü ama garibime gittiği için bu notu da paylaşmak istedim.



Devre arasında ise hayatımda ilk kez bu kadar kelimenin tam anlamıyla kaosu yaşıyordum. Eski açıkta benim sayabildiğim aynı anda en az 5 kavga çıktı. 15 dakika boyunca a.c.a.b'ın hiçbir müdahalesi olmadan insanlar birbirini dövdü. Gerçekten hala o şoku atlatmış değilim. Çok ilginçti kavgaların neden çıktığı hakkında pek bir fikrim yok basın "Quaresma" diye yazmış ama bence hem tribünler çok gergin hem de kapalıda maç izlemiş insanların eski açığa geldiğinde söylediği sözlere cevap veren insanların fazlalığından olabilir bu diye düşünüyorum.
Samet Aybaba hatasından dönüp hiçbir varlık gösteremeyen Batuhan'ı oyundan alıp sol kanata Olcay'ı alıp Almeida'yı forvete çekti. Aslında maçın başlangıcında olması gereken dizilişe 45 dakika sonra ulaşabildik.


İkinci yarı başlarken tek isteğim iyi oynamayan Trabzonspor'un bir şekilde 2. golü atmaması ve bu kaos ortamının iyiden iyiye azıtmaması olacaktı. Az kalsın aklıma gelen başımıza geliyordu Halil'in müthiş şutu yürekleri ağızlara getirdi.

Bek oyuncularının sırtı dönük adama faul yapma sorunsalı Zeki'de de baş göstermiş olacak ki Olcay'ı indirmesiyle birlikte tehlikeli bir yerden serbest vuruş kazandık. Fernandes maç boyunca kullandığı tüm frikikler kısa kalmış ve etkili olamamıştı. Topu ilk kez kaldırdı ve Onur'un belki de maç boyunca yaptığı tek hatayla topu yan ağlara bıraktı. Özgüveni yerine gelen takım bu dakikadan sonra daha baskın oynamaya başlayacaktı.



Beşiktaş için ise yine en büyük tehlike Uğur Boral'ın kanadına Trabzonsporlu oyuncuların atacağı uzun veya derinlemesine toplardı. Nitekim bunlardan birinde Halil topu Yasin'le o da Olcan'la buluşturup top ağlara gitse de pozisyonun ofsayt olması bizi geriye düşmekten kurtarıyordu.

İkinci yarı ise attığı gol ile biraz olsun kafasını toparlayan Fernandes maça hükmetmeye başlıyordu. 3 kişilik bir slalom ile topu Olcay'la buluşturdu ancak Olcay topu kaleye göndermek yerine kaleciyi geçip topu ağlara göndermek yada penaltı almak için Onur'un soluna gidince ligimizin Volkan ile birlikte en iyi açı kapatan kalecisi Onur bu pozisyonu da kurtarmış oldu. 

Bir parantez de Olcay için açalım kendini çok kolay yere bırakıyor ve acı eşiği çok düşük. Yani çok kolay bağırıyor ve hakemle biraz fazla oynamaya çalışıyor. Bunu biraz azaltması gerekir çünkü haksız bir durumda takım lehine avantaj sağlarsa tribün tarafından çok tepki alacak.



Olcay'ın pozisyonundan 1 dakika sonra Ersan ise topla çıkışlarından birini yapıp topu maç içinde casper çalımını denemek dışında pek de etkili olamayan Holosko'ya atıyordu. Holosko ise asist niteliğinde bir pas ile Almeida'yı buluşturuyor Almeida ise 2-4'lük Fenerbahçe maçında kaçırdığı pozisyonun aynısını bir kez daha kaçırıp yine galibiyetten ediyordu takımını. 


Şu son 2 pozisyondan sonra Pektemek için çok üzülmek dışında elinden bir şey gelmemesi üzüyordu. Zaten kısıtlı kadroda bulunan santrforların hiçbirinin golcü özelliğinin olmaması takımın "golcü" diye bağırmasına sebep oluyordu. 

Bu 2 pozisyonun ardından verdiğimiz tek pozisyon ise Uğur Boral'ın Volkan Şen'den yediği şık çalım sonrası geliyordu. Uğur Boral'ın yerine Erkan Kaş yada Emre Özkan oynasa hem özkaynak düzeninden biri daha takımda olacak hem de en azından her hava topunda yüreğimiz ağzımıza gelmeyecek. 


Ve gelelim şu son malum pozisyona. Fernandes'in kısa kullandığı bir kornerden daha sonra topu Zeki uzaklaştırdıktan sonra ne yalan söyleyeyim maçı bitirecek diye düşündüm Çakır ama son bir top daha şans verdi ve Olcay'ın sahalarda az rastlanır inanılmaz top kontrolü ile birlikte topu yine Onur'a takışı ile maç bitti. İlk dokunuş golün yarısıdır derler İngilizler nitekim öyle de oldu bitiricilik faktörü yine 2 puanımızı uçurdu götürdü.



Bir de fotoğraflarda görünmeyen ama McGregor'un çimleri döverken ki hali keşke onu da çeke bilselermiş.






Velhasıl kelam yine boşa oynanan bir devre dışında 2. yarı koşan, yetenekleri el verdiği müddetçe iyi oynamaya çalışan, mücadele eden, keyif veren ve en önemlisi maç sonunda alkışlanan bir Beşiktaş vardı. Takımımızın en önemli eksiği boşa devre oynamak gibi duruyor. Onu halletmek asıl amacı olmalı Aybaba'nın.



Fotoğrafı gördüğümde aklıma gelen bir isim de Veli oldu. Keşke o da olsaydı o da yatsaydı dedim.


Bazen elinden geleni yaparsın tatmin olursun ama o sana yetmez. Bugün de o günlerden biriydi. 
İnsan bazen mutlu son istiyor.




19 Ekim 2012 Cuma

Basketbol Günlükleri 3 - Step by Step



Telekom maçının 61-60 bitmesi kocaman bir soru işareti oldu ama bir yandan "Euroleague üstü rehavet" diyip geçtik. Gerçi maç öncesi yardımcı koç jean-christophe prat twitterda "FOCUS" diye bağırmıştı da; sahada o focus'u göremedik malesef. Rahat kazanılmış Partizan maçının diyetini Telekom maçında ödedik diyelim kısaca. Ayrıca son hücumda üçlüğe giden rakibi de tebrik etmek lazım. Deplasmanda son hücumda çeyrek sayı bulursan öp başına koy be abim. İki dakika elin ısındı diye bu özgüven?

Gelelim Almanya deplasmanına. Boxscore ve özet maddelerle devam.



- Her maç öncesi muhabbetinde "Jerrels bu sefer patlayacak ya. Kesin yakacak bizi" diye diye adamı ayakta tutuyoruz. Mükemmel bir performansla tamamladı geceyi. Koç etkisi diyelim? Aman. Totem oldu. Biz adamdan sıkıntı beklemeye devam edelim, o da böyle devam etsin.

- Jerrels'ın oyun disiplininden koptuğu dakikalarda Tutku alıyor sazı eline. Bir süre sonra rakip defans Tutku'yu kapatınca Jerrels dönüyor ve "patlama" ile potaya yürüyor. Bu esnada Muratcan iki oyuncu ile de "tamamlayıcı" olabiliyor. Hem sayı, hem asist katkısı sağlıyor. Bir de penetre edip finger roll denediğinde başarı yüzdesi çok temiz. Gerekli anlarda sorumluluğu bu yolla alıyor, beceriyor. Aynı zamanda dış atış tehditi de sürekli. Üç parça da güzel işliyor. Bunlara Can Akın ve zamanla Kartal Özmızrak da eklenecek. Bu anlarda Jerrels'ı ikiye çekip potaya gidişine yol açmak en makulu gibi. Guard rotasyonumuz takım adına büyük denge.

- Markota "tam olarak" takıma girdi diyebiliriz. 3/3 dış atış, 6 ribaund, 11 sayı.

- Maça dair en ilginç istatistik: En fazla ribaund alan oyuncumuz Muratcan Güler. Sahada Jerrels'dan sonra en kısa ikinci oyuncu. Aldığı ribaundlardan ikisi hücumda.

- Dasiç'e her maç öncesi "hadi bu sefer" diyoruz, her maça güzel başlıyor da; sonradan bozuyor. İnada bağlıyor. Orada kopuyor işte. Bu maçta yine iyi başladı, sonra koptu. Haftasonu İzmir'de bir kez daha "hadi bu sefer" diyelim biz.

- Barış hiç süre almadı, ona şaşırdım. Bir sakatlık durumu falan da yok bildiğim kadarıyla. Onun süresini Falker çaldı biraz. İyi de çaldı. Falker'in iki maçlık Beşiktaş kariyer özeti twitterdan yayınlandı. Muazzam. Ahhah.



- Haftasonu rakip karşıyaka, takım Almanya'dan direkt İzmir'e geçiyor.

- Muhtemelen daha çok Barış izleyeceğiz. Ayrıca Cevher de Bamberg'de sadece 4 dakika kadar oynadı. Bir adet üçlük denedi, isabeti buldu, bıraktı. Haftasonunun 4-5'i belli gibi. Can ve Kartal da inceden süre almaya başlarsa güzel olur. Tabii sakatlık durumları önemli. Aman bir daha olmasın.

- Karşıyaka maçında Telekom maçı benzeri bir kanırtma olmasın, rahat rahat bitirelim temennisiyle bitirip, yardımcı koçun maç sonrası açıklamalarıyla kapatalım geceyi.